Darboğazlardan fırsat yaratmak için, Girişimcilik
Informal Anektodlar
Bigg Girişimcisi ! Teknokentlerde Tübitak destekli şirket kurarak, bir arge projesini yüksek katmadeğerli ürüne dönüştürmeye çalışan girişimci grubudur bu. Kısaca aramızda ‘o da Bigg’ci ‘ dediğimiz olur.
Süreç, Ying Yang’ın bile yamulup bazen, bütün yollar bütün zor yollara çıkar dediği; sürecin kendini kestiği bir gelişim sürecidir. Girişimciliğin şanındandır zorluk. Bu yolda birşey tepside sunulduysa, mutlaka yolunu şaşırmıştır. Fakat olur, severiz, alırız. Tepsinin hakkını verir, acısını da sevincini de bağrımıza basarız. Kendime not deyip, 2 yıllık yolculuğumda şu an aklıma gelen bazı çıkarımlarım sizlerle. Caution: Don’t try this at home.
Bunlar, Dos and Don’ts değil. Tavsiye hiç değil. Sadece bazı gözlemler! Benim perspektifimden girişimciliğe ve bir fayda yaratmaya bakış! Farklı bir pencere.
Yaklaşık iki yıldır tam zamanlı olarak yaptığım bu işin özü, sel anında insanları karşıya geçirmenin akıllı bir yolunu bulmaktır. Profil, insiyatif alıp, sıkı bir fikir üreten ve bunun çalışacağına insanları ikna eden, hatta onlarla karşıya geçen ve bak geçiliyormuş diyen profildir.
Sel nedir? nasıl, kime göre, neyi, ne belli :D diye sormayın.
Çünkü sel, müşterinin sel dediğidir. Bu tavanı akan bir ev de olabilir, yatağı değişen bir nehir de.
Zordur. Çünkü kaotik anlarda mevcut yöntemler işe yaramaz, araçlar sele kapılmış, köprüler yıkılmıştır. Girişimciye güvenin derim. Çünkü onun yaşadığı hayat zaten böyle bir hayat. (En azından bizim özenle böyle) Bize güvenseniz iyi olur.
Yüksek belirsizlik altında karar alma refleksimiz gelişmiştir. Bunu da duygularımızı tanıyıp, onları yönetebildiğimiz için başarabiliriz. (En azından başarabildiğimize inanırız.)
Mütevazi olmayacaksak da, henüz batmamışızdır. Bu harekete geçiren iyi bir motivedir. Batarsak da, batmak bu işin doğasında var, mesele ilerlemek fikriyle tekrar çalışmaya dönebilecek cesareti sergilemediğimiz, fakat tüm tutkumuzun başarmak olduğu bir yaşam biçimidir.
Breh Breh, diyorum ben de bazen kendi kendime böyle şeyler duyunca. O kadar kaotik birşey ki; biz hem edebiyatını yapar, hem de bigg’ cilerle kendimizi yerin dibine sokabiliriz. İşin özü bu mantaliyle mutlu hissedebilmekte. Her yaptığımızı göğüsleyip, barışık olabilmekte. Ülkemizdeki mücadele bunu gerektiriyor. Sürekli gelişmeye, toparlanmaya çalışmak, hayatı bu haliyle, sürüklenerek, heyecanla savaşmaya alışmak. Bu neyin kafası diyebilirsiniz. Girişimcilik kafası.
Şu anda yaşadığımız ülkemiz, Türkiyemiz gerçekten fırsatlar ülkesi. Çünkü dünyada problem çözmenin 99 yolu varsa, burada her gün 199 daha çıkıyor. Problems are the source of inspiration. Farklı ve ilk kez karşılaştığımız sorunlarla başa çıka çıka, hızlı tepki vermeyi ve soğukkanlı kalmayı öğreniyoruz. Durumumuz çok hızlı değişmeyeceğinden sabırla çalışmaya alışıyor ve motive olabiliyoruz.( Just dream the day it changes :S )
Bu yetilerimizle dünyanın başka yerlerinde başarısız olmamız bana çok mümkün görünmüyor. Bu bitmeyen bir gelişim yolculuğu tabiki.
Dünyanın en büyük şirketlerini yöneten insanlar zorlu bir iş yapıyorlar. Çünkü dünyada herşey ya büyür-dönüşür, ya büyür-yok olur. Bu yüzden massive bir organizmayı ayakta tutmak için çok zorlu durumlarla baş etmek gerekir. Yüksek belirsizlikler, cevapsız sorular.. Bunu başarmanın iyi yolu olarak bazı liderler Everest gibi zorlu yolculuklara çıkıyorlar. Saygıdan çeketimi ilikleyeceğim bu insanlar, aşamadıkları problemlerin kaynağını, zihinlerinlerindeki bariyerler görüyorlar. Bu yüzden bedenlerini bir başka yolculukla sınayıp,aşamadıkları engelleri tespit edip zihinlerinden kaldırmaya çalışıyorlar. Herşeyden öte, başkalarını problemlerin zorluğu ile suçlamak, çözümsüzlüğü birilerinin sırtına yüklemektense, kendi zihinlerini yoruyorlar. Aksini seçmek varken ölümcül bir yola çıkmayı erdemli buluyorum. Girişimciliği de benzer, insanı her açıdan geliştiren, zihnimizi iyi yönetme fırsatı sağlayan bir yol olarak görüyorum.
Açıkçası bugün beni kimse bu Ankara soğuğunda dağa çıkmaya ikna edemez. Bu durum, benim çözebileceğim problem havuzuyla sınırlı kaldığımı da gösteriyor.
Bu yüzden Everest gibi aşılmaz dağları aşmayı bir hayat meselesi haline getiren insanları taktir ediyorum. Çünkü onlar problemleri çözerken başkalarını suçlamayı değil, kendi zihinlerini özgürleştirmeyi seçen insanlar.
Kısıtlı kaynaklar, ekonomik zorluklar, yıpranmış insanlar. Böyle problemleri aşmak için öncelikle birilerini ikna etmelisiniz ve bu 3 5 ay ile kalmamalı. Herkesin bir everesti vardır bu hayatta. Henüz hangi dağa çıkacağınıza karar vermediyseniz, bu sene gitmeyin. 2020 Everest’i evimize getirdi. Biz de evden çalışıyoruz.
İyi bir yol arkadaşı tüm diğer koşullardan önemlidir. Sizsiz yola devam edebilecek kadar inanmış, sadık ve sevecen birileri yolunuzu şenlendirir. Burda amaç, girişimcinin başarı yakalamasından öte bir şey. Çünkü çok kısa süre sonra mesele benim meselem olmaktan çıkıp, benim, müşterimin, ekibimin, ailemin, yani bizim meselemiz haline geliyor. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın :D
Sonrasında, elimizdeki herseyin kıymetini ve dayanıklılığını iyi ölçümleyebilmemiz gerekiyor. Sahip olduğumuz herşey kıymetli ve geçici. Onları sımsıkı tutup, gerektiğinde vazgeçebilmeliyiz. Bunu öğrenmek biraz sancılı. Fakat kararlarımızın sonuçlarıyla tokatlandığımızda, karar almamanın acısına, kararı geciktirmenin acısı da ekleniyor. Bunu, tekrar etmemek üzere, yanlış etiketiyle zihine mandallıyoruz. Actions have concequences.
Ben şimdilik iyi bir amaç gütmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir amacınız varsa şampiyonluğunuzun da bir anlamı vardır. Fikim değişirse söylerim. Herşey çok çabuk değişiyor yaşadıklarımız neticesinde.
Son olarak da zihnimde bir süredir, amacımız tek başımıza altından kalkabileceğimiz kadar küçük olmamalı fikri oluştu. Birinden yardım alabilme, yardım edebilme erdemini tatmak kadar kıymetlidir. Bu ilişkileri oluşturan ve yayan bir faktördür. Kendime son zamanlarda şunu söylüyorum, Nazli fırsat ver, bırak başarı kontrolünden çıksın. Yol arkadaşlarının da bir hikayesine dönüşsün. Yoksa bu hayatta kendi istediklerini yapmaktan ve kendi problemlerini çözmekten öteye gidemeyeceksin. Hayat, bir kişinin kurgusunun yaşamaktan daha eğlenceli. Pagmatiklik iyidir ama biryere kadar. Let’ it be!
Uzattım biliyorum. Biraz daha uzatacağım. Çünkü böyle bir yazı yazmaya fırsat bulamayabilirim. Zaten covid sonrası böyle şeyler yazar mıyım bilmiyorum. :) Karantinada yapılacaklar listemde var şimdilik. Bu kadar okuduysanız muhtemelen siz de karantinadasınız. 🌗 : )
Girişimciliğin dev bir şirkette çalışmaktan en önemli farkı şu bence;
Bir şirketten aldığınız maaş sizin kendiniz için kurguladığınız hayatın yatırımıdır. Oysa girişimciyseniz en büyük yatırımınız etrafındaki insanlardır ve bu kısa süre sonra bireysel yaşadığınız birşey olmaktan çıkar. Bence değişimin en büyük tetikçisi budur. Birlikte yeni bir hayat yaşamaya çalışmak. Yada teknik söylemle, bir pazar yaratmaya çalışmak. Girişimciliğin vurgulamanmayan yönüdür, dayanışma aracılığı ile bir pazar, bir piyasa yaratmak.
Ülkemiz istihdamının %80 ini kobiler sağlıyor. Küçük işletmeler olarak kalabalığız. Geleneksel kobiyi 2020' de ayakta tutmak, bir girişimi ayakta tutmak, Everest koşullarından çok da farklı değil. Bir girişimi kobiden ayıran özellik, girişimlerin 2020 gibi ortamlardan beslenebilmesi ve fark yaratacak aksiyonları hızlıca alabilmesidir. Girişimciler eski zaman gelinleri gibi pratik ve hızlıdırlar. Bu toplumun girişimcisi olarak, kendimizi şanslı gördüğüm bazı noktalar var. Birbirinin varlığına ve yokluğuna duyarlı bir toplumda yaşıyoruz. Dayanışma ve çatışma ruhumuza işlemiş. Bunu neden zor zamanlarda tüm dünya için yeni pazarlar yaratmak için kullanmayalım. Vallahi yapıyoruz :D
Biraz da pazardaki psikolojiden bahsedeyim.
Ben Artvin’liyim ve bir elma bahçemiz var. Zamanında dedemler Kars’ a günlerce yürüyerek peynir karşılığında elma satmak için gidermiş. Bir ticaret yani. Fakat en büyük fark şu; O dönemde otel diye bişey yok ve yola çıkan herkes tanımadığı birilerine misafir olmak zorundaymış.
Burda bence kritik bir nokta var. Ortada bir ticaret var. Ama ticaretin gerçekleşebilmesine aracı olan, bir de dayanışma var. Bu dayanışma kanıksanmış ki, herkes tanımadığı herkese kapısını açıyormuş. Ticareti kimin kiminle yapacağı, o kişinin kimde kalacağı ile ilgili değil. Bu dolaylı bir dayanışma kültürü yaratmış vaktinde. Katedilebilecek yolu da ne güzel uzatmış ki Kars’ a varılmış. Kars’ tan Atvin’e yürünmüş. Hoş olmuş.
Global kısma henüz geçmedim ama ülkemizdeki en büyük zorluk, insanların ticaretin ticaretine kendilerini çok kaptırmış olması. Bir girişimcinin yaşayacağı büyük problemlerden biri bu ‘etkileşimsiz iletişim’ .Günümüz girişimcileri benim gözümde, yola çıkmış ama kimsede kalamayacak olan, dolayısı ile elma sepetini en yakında boşaltmak durumunda kalan, fakat o elmaların ve o güzel insanların kıymetine inandığı için çamurlu paçalarla yürümeye devam eden yolculardır. Bu varış durağının hemen görülmediği bir yolculuk.
Girişimcilik yukarıdan da anlaşılacağı üzere, böyle uzun uzun anlatılmaz yaşanır. :)
Bir tasvir gerekirse,
Fransızlar derler ki, “Paris’i en güzel anlatan Avrupa’da Bir Cevalan ’dır.” Bunu yazan da Ahmet Mithat Efendi’dir ve Paris’i görmeden yazmıştır.
Cemal Süreya ‘Kars’ şiirini, Kars’ı görmeden, Paris’te yazmış.
Cemal Süreyya, Kars’ı gördükten sonra bir şiir daha yazmış, bakmış, görmeden yazdığı daha güzel; sonrakini yırtıp atmış. (Sunay Akın)
Girişimcilik’de bu haliyle Cemal Süreyya’nın şiirindeki Kars’a benziyor, Beyaz uykusuz uzakta..
Girişimcilik çetrefillidir ama yolculuğu çok güzeldir. Gidilesi bir yol, varılası bir duraktır.
^^
^^
Nazli Temur
The Girişimci / The Founder